Davutoğlu’ndan STK’lara mektup
Sivil Toplum Kuruluşlarına (STK) hitaben bir mektup kaleme alan
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu “Ülkemizin
üzerindeki kara bulutları dağıtmak için devrim gerçekleştireceğiz”
dedi. Söz konusu mektupta, “Gelin beraber soralım: ‘Bizim
ideallerimiz neydi, bugün bu çileler üzerine kurulan iktidarda
yaşananlar ne?’” ifadesini kullanan Davutoğlu şunları ekledi:
“Sakın ha, artık ‘kol kırılır yen içinde kalır’ demeyelim. Bize
kaybettiren zihniyet bu işte. Şeffaflığı yok eden ve bizleri ‘olduğu gibi
görünmeyen, göründüğü gibi olmayan’ bir topluluk haline getiren
zihniyet bu. Özetle, gün her şeyi açık yüreklilikle konuşma ve
yüzleşme günü. Sakın ha artık ‘kazanımlarımızı kaybederiz’ de
demeyelim. Körü körüne itaat ile susarak işlerin düzeleceğini
sanıyorsak, büyük bir yanılgı içindeyiz demektir. ‘Sorumlu ben değilim
ki’ diye düşünerek kendimizi kenara çekiyorsak da kendimizi
aldatıyoruz demektir.”
GELECEK NESİLLERE NASIL BİR MİRAS BIRAKACAĞIZ
Mektubunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yaptığı meydan
okumanın cevapsız kaldığını ifade eden Davutoğlu “Gelin beraber
soralım: “Bizim ideallerimiz neydi, bugün bu çileler üzerine kurulan
iktidarda yaşananlar ne?” dedi. Davutoğlu mektubunda şu ifadeleri
kullandı:
“Değerli Kardeşim, Bu mektubu size tarihe kayıt düşen bir hasbihal
olarak kaleme alıyorum. Geçtiğimiz günlerde Sayın
Cumhurbaşkanı’nın ‘hain’ ve ‘liyakatsiz’ ithamlarına karşı kendisiyle
yüzleşme çağrısında bulundum. Şu ana kadar bu çağrıma cevap
gelmedi. Gelin bu yüzleşmeyi ve muhasebeyi samimi bir şekilde hep
birlikte yapalım. Bütün siyasi tartışmaları bir kenara bırakarak
kendimize dürüstçe soralım: İnandığımız değerler adına gelecek
nesillere nasıl bir miras bırakacağız?
Sadece başımızı iki elimizin arasına, vicdanımızı yüreğimizin ta
ortasına alıp kendimize soralım: Nereye gidiyoruz? İnsanlığı
aydınlattığına inandığımız bir inancın üzerinde yükselen bir
medeniyet birikiminin sömürgeciliğe direncinin ve modernleşme
süreci ile yüzleşmesinin iki yüz yıllık birikimi ne hale düştü? İlk zirve
örneğini Ahmet Cevdet Paşa ile gördüğümüz bu zihni ve siyasi
yüzleşmede nice alimler, aydınlar, şairler, kanaat önderleri, siyaset ve
devlet adamları çile çekti, mücadele etti, bedel ödedi.
İsimleri tek tek zikretmeyeyim; siz en çok kimi örnek aldıysanız onun
öne çıkardığı değerleri ve hedefleri tekrar bir düşünün. Ama en çok da
hiçbir unvanı olmayan, çoğu okuma yazma imkânı bile bulamamış,
cebindeki son kuruşunu ‘bir gün adalet temelli bir düzen kurulması ve
çocuklarının daha iyi bir eğitim alması’ hayaliyle veren Anadolu’nun
çilekeş, onurlu insanlarını, babalarımızı ve dedelerimizi düşünün.
Gelin beraber soralım: “Bizim ideallerimiz neydi, bugün bu çileler
üzerine kurulan iktidarda yaşananlar ne?”
BU BİRİKİMİN EN TEMEL HEDEFİ ADALETTİ
İki asra yaklaşan bu birikimin en temel hedefi adaletti; bugün ise en
çok örselenen kavram adalet. Toplumun en az güven duyduğu kurum
yargı. Nesiller boyu aktarılan Hz. Ömer’in adaletinden elimizde ne
kaldı? Kadı önünde ayakta hesap veren Fatih ideali bir masal mıydı?
İnsanlarımızın üzerindeki her türlü baskı yok edilecek, düşünce, inanç
ve basın özgürlüğü hayata geçirilecekti. Bugün kimsenin kimseden
emin olmadığı, sivil toplum kuruluşlarımızın ‘sivil’ niteliğinin
örselendiği korku iklimine nasıl gelindiğini hiç sormayacak mıyız?
Yolsuzluklara karşı mücadele edilecek, tüyü bitmemiş yetimin hakkı
korunacaktı. Yolsuzluğun her türü her gün yaşanırken yüzü
kızarmayanların ‘dava’ diyerek hepimizin gençlik ideallerini temsil
eden bu kavramı nasıl kirlettiklerini görmezden mi geleceğiz?
Bireyciliğe karşı ‘şahsiyet’ inşa edilecekti değil mi; ortamına göre farklı
dil kullanılan riyakâr iklimde bir şahsiyet izi bulabiliyor muyuz?
DİNİ DEĞERLERİMİZ İKTİDAR İÇİN ARAÇSALLAŞTIRILMASIN
Önce ahlak diyerek çıkılan yolda ‘siyasi ahlak’ kavramının
iktidardakileri bu kadar tedirgin etmesi ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın
‘ilçe başkanı bulamazsınız’ demesi içimize siniyor mu? Hani insanları
‘güzel söz ile çağıracaktık’, insanlara güzel örnek olması gereken
yüksek makamlardan kadınlara, hekimlere, öğrencilere, farklı
düşünenlere yönelen nezaket dışı hitaplar kulağımıza ya da ruhumuza
güzel geliyor mu?
İçinden çıktıkları halk yoksulluktan kıvranırken iktidardakilerin
duyarsızca lüks ve şatafat içinde yaşaması, kamu ihalelerinin ve
kaynaklarının dar bir zümre arasında paylaşılması, ‘servet bir grup
elinde dolaşan bir emtia olmasın’ ilkesine ne kadar uygun? Zengini
daha zengin, fakiri daha fakir yapan, ‘bir kişiye tam dokuz, dokuz
kişiye bir pul dağıtan’ sistem eleştirisi artık şiirlerde mi kaldı?
Nass diyerek uygulanan politikalarla dünyanın en yüksek faizinin
yaşanmasının, Hazine’nin faiz borcunun anapara borcunu aşmasının
nassa olan inancı nasıl sarsmakta olduğunu görmüyor muyuz Dini
değerlerimizin iktidarda kalabilmek için araçsallaştırılmasının genç
nesillerin dine inançlarını nasıl sarsmakta olduğu gerçeği yüreklerimizi
titretmiyor mu?
SWAP UĞRUNA UYGUR ZULMÜNE SESSİZ KALINMASI BAŞIMIZI ÖNE
EĞDİRDİ
‘Giderlerse gitsinler’ diyen otoriter bir sesin gençlerin ülkeye
aidiyetini nasıl yıprattığını, kendi çocuklarımıza veya torunlarımıza bir
soralım bakalım ne cevap alacağız! Onurlu bir ülke ideali ile çıkılan
yolda bir başka devlet başkanından ‘aptal olma’ diye alınan mektup,
İsrail ile ilişkiler normalleştirilirken Mavi Marmara şehitlerinin
unutulması, mazlumların sesi olma iddiasıyla çıkılan yolda birkaç
milyar dolarlık swap alabilmek için Uygur Türklerinin soykırıma tabi
tutulmasına sessiz kalınması hepimizin başını önüne eğdirmedi mi?
İdealler ile yaşananlar arasındaki uçurum örnekleri çoğaltılabilir.
Hepimiz kendi listemizi yapalım. Bizler için ‘dava’ adına hangi ilke
önemliyse yazalım ve bu ilke bugün hayata geçmişse yanına dürüstçe
bir tik atalım. Bunu yaptığımızda, hepimiz çok iyi biliyoruz ki karşımıza
derin bir boşluk çıkacak! Eğer hala ideallerle yaşanan gerçeklik
arasında derin bir uçurum varsa vicdanımıza sormaktan korkmayalım:
Kim bu değerleri savunmaya çalıştı, kim bu değerleri yıprattı?
GÜN HER ŞEYİ AÇIK YÜREKLİLİKLE KONUŞMA GÜNÜ
Sakın ha, artık ‘kol kırılır yen içinde kalır’ demeyelim! Bize kaybettiren
zihniyet bu işte! Şeffaflığı yok eden ve bizleri ‘olduğu gibi
görünmeyen, göründüğü gibi olmayan’ bir topluluk haline getiren
zihniyet bu! Özetle, gün her şeyi açık yüreklilikle konuşma ve
yüzleşme günü. Güç kaygısıyla örttüğümüz her zaaf ‘camia’daki
parçalanmış ruh halini artırmaktan başka bir şeye yaramıyor.
Sakın ha artık ‘kazanımlarımızı kaybederiz’ de demeyelim!
Kazanımlarımızı güç sahibi olmak değil şahsiyet ve duruş sahibi olmak
korur. Biz baskı gördüğümüz ama ahlaki üstünlüğe sahip olduğumuz
dönemlerdeki samimiyetimizle 28 Şubat döneminin prangalarını
kırdık, güç sahibi olup ahlaki üstünlüğümüzü kaybettiğimiz iktidar
günlerinde ise şahsiyetimizi ve gençlerimizi kaybediyoruz.
Son sözüm şu olsun: Körü körüne itaat ile susarak işlerin düzeleceğini
sanıyorsak, büyük bir yanılgı içindeyiz demektir! ‘Sorumlu ben değliim
ki’ diye düşünerek kendimizi kenara çekiyorsak da kendimizi
aldatıyoruz demektir!
BİR NESLİN ONURUNU KURTARMAYA ÇALIŞIYORUZ
İşte, bu süreçte her türlü bedeli ödeyerek elimden geleni yaptığıma
inanmakla birlikte, şunu da özellikle vurgulamak istiyorum ki hep
birlikte ya kendimize gelip değerlerimizin gereğini yapacağız ya da bu
ağır sorumluluğun vebalini Rabbimiz, milletimiz ve gelecek
nesillerimiz huzurunda taşıyacağız.
Bu buhrandan çıkış için bizim kendimize çizdiğimiz yol haritasını
sorarsanız; öncelikle bize şuursuzca saldıranlar da dahil olmak üzere
bu vebali taşıyan bir neslin onurunu kurtarmaya, bu idealleri savunan
herkesin güç yozlaşmasına kapılmadığını göstermeye çalışacağız.
Daha sonra, hangi düşüncede olursa olsun toplumumuzun her kesimi
ile açık yürekli bir empati kurarak toplumsal barışı tesis edecek,
herkesin kendi mahallesinden ve dar kalıplarından çıkarak birbiriyle
selamlaştığı, halleştiği ve ortak geleceğimizi birlikte inşa etme iradesi
sergilediği bir sosyal ve siyasi iklim oluşturacağız. Ötekileştirmeye
dayalı kutuplaştırmayı tırmandırmak yerine toplumsal aidiyet bilincini
pekiştireceğiz.
SİYASİ AHLAK VE ZİHNİYET DEVRİMİNİ GERÇEKLEŞTİRECEĞİZ
Nihayet ülkemizin üzerindeki kara bulutları dağıtmak üzere özgürlük,
adalet, liyakat, emanet ve samimiyet ilkeleri temelinde kapsamlı bir
zihniyet devrimini, şeffaflık ve hesap verilebilirlik temelinde siyasi
ahlak devrimini, toplumsal refah ve gelir adaleti temelinde yapısal
ekonomik dönüşüm devrimini gerçekleştireceğiz”
Davutoğlu mektubuna şu sözlerle son verdi: Değerli Kardeşim, bu
mektup kalemden göze, dilden kulağa değil yürekten yüreğe
yazılmıştır. Öyle okumanızı rica ederim. Allah yüreklerimizdeki derin
vicdandan bizi koparmasın. Allah’a emanet olunuz!”