Urfa’nın çok ciddi çevre, kentleşme, altyapı, çarpık yapılaşma, gecekondulaşma, yeşil alan gibi sorunları var. Yapısal sorunlar deyince ilk başta bunlar akla gelir değil mi? Ama bütün bu sorunlar, ilkel sosyolojik yapının zihinlere yansımasıdır.
Doğum oranında Urfa Türkiye’de ilk sıralarda.
Urfa işsizlik oranında ilk sıralarda.
Eğitim düzeyinde Urfa son sıralarda.
Çocuk işçiliğinde Urfa ilk sıralarda.
Urfa, dindar ama geleneksel, hurafelere dayalı, biçimsel bir din yaşıyor.
Yani çok açıktır ki Urfa, Türkiye’deki belli başlı sorunların en ağır şeklini yaşamakta.
Ama bunlara sebep olan başlıca yapısal sorun, sosyolojik sorunların zihinlere yansımasıdır. Urfa’nın hakim geleneksel sosyolojisinin çağdaş, ilerici, sorgulayıcı, kendini devamlı yenilemek isteyen zihinlere verdiği engeldir.
Bir Urfa toplumu yok aslında. Çünkü bireyselleşmeyi sağlayamazsanız, toplumsallaşmayı sağlayamazsınız. Urfa’nın hakim sosyolojisi aşiretçilik. Devlet Kürt sorunundan dolayı bu ilkel yapılanmayı hep canlı tuttu, destekledi. Feodalite ve toprağa bağımlı üretim aşiretçi yapının hammaddesi. Gelişmiş ülkeler sanayileşmeyi aşıp bilgi çağına tırmanırken, Türkiye ağır sanayi hamlesine bile geçemedi. Urfa sanayileşmeye değil; çağdaş tarım ve hayvancılığa bile erişemedi. Aşırı artan nüfusun eğitilmemesi, toprağın büyükçe kısmının ağaların eline bırakılması, toprak rantını ortaya çıkardı. Nerde ise haftada bir duyduğumuz arazi kavgaları bunun sonucudur.
1990’lara kadar Ağa-Topraksız köylü veya Ağa-Zayıf köylü ilişkisi içinde devam etti. Topraksız ve maddi açıdan yetersiz, eğitimsiz köylünün devlet dairesindeki işini bile ağa görüyordu!
1990’larla birlikte, köyde hep çalışıp bir türlü karnını doyuramayan köylü, Urfa şehir merkezine göç etti. Çok kısa bir sürede Urfa’nın varoşlarına aşırı bir nüfus yığıldı. Ağa-Topraksız köylü ilişkisi bu defa kentin varoşlarında Şeyh –Mürit ilişkisine dönüştü. Köydeki tekkelerin şubesi şehir merkezlerinin varoşlarında oluşmaya başladı.
Dünyanın sadece geri kalmış toplumlarında görülen(Kürt-Arap ve bazı Afrika toplumlarında) evrenselliği ve toplumsallığı yakalayamamış, sadece aşiretvari ve cemaatvari ilişkilerle kendini ifade eden bireylerin toplum olabilmesi mümkün değil.
Bu yapının gelişkin olduğu bir toplumda şahıslar seçimlerde iyi bir parti ve vekil tercihi yapamazlar. Vekil seçerler, sonra vekili “trafik cezası yedim” diye ararlar. Vekil seçtiği kişinin toplumsal sorunları çözmesini değil de, devlet dairesinde kendisine ayrıcalık sağlamasını bekler.
Bu yapının gelişkin bir olduğu bir toplumda kişiler, mevcut tekleyen eğitim sisteminin en asgarisinden bile faydalanamazlar.
Aşiretçi ve cemaatçi yapı kadınları köleleştirir. Kadın haklarının taban yaptığı bir yerde toplumun sağlıklı bir hal alması mümkün değildir. Aşiretçi ve Cemaatçi yapıyı desteklediğiniz ve muhafaza ettiğiniz müddetçe “haydi kızlar okula” kampanyası ile başarıyı sağlayamazsınız.
Bu yapının gelişkin olduğu bir toplumda felsefe yoktur, sanat yoktur, sorgulama yöntemleri yoktur.
Şair Yılmaz Odabaşı 2006 yılında doktor eşinin geçici ataması vesilesiyle kısa bir süreliğine Urfa’da kalmıştı. Bana şöyle demişti: “Urfa beni boğuyor, ben Diyarbakır’da da yaşadım. Arada büyük bir fark var. Urfa’da sanat yok, felsefe yok, edebiyat yok” demişti.
Maalesef yüz yıla yakın bir süredir devlet, bu geri sosyolojik yapılanmayla hep içli dışlı olmuş, beslemiş, büyütmeye çalışmıştır. 100 yıldır bütün sistem partilerinin kesintisiz bölgedeki milletvekilli adayları şeyh, ağa olmuştur. Cumhurbaşkanları, Başbakanlar şeyh, ağa gibi kişileri devletin en tepesinde ağırlamaktan geri durmamışlardır. Çünkü toplumu ileriye doğru dönüştürme, çağdaşlaştırma, sağlıklı bir zemine oturtma gibi bir dertleri olmamıştır.
Çünkü bireyselleşmeyen ve bunun sonucu toplumsallaşmayan kalabalıkları yönetmek daha kolay görülmüştür. Ama olan ülkeye olmuştur. Sağlıklı-donanımlı-eğitimli olmayan bir topluma sahip bir ülkenin dünya liginde gerilerde kalmasına vesile olmuştur. Sağlıksız yapının hakim olduğu kalabalıklardan, çağdaş bir ülke yaratamazsınız.
Şimdi diyeceksiniz yahu toplumun hepsi böyle mi? Elbette hepsi böyle değil. En az Urfa şehrinin yarısının böyle bir yapı içinde olduğundan bahsedebiliriz. Bu da azımsanmayacak bir şeydir. Son 20-30 yıldır az da olsa değişimler oldu. Kitap-gazete okumayan, aşiret ve cemaate saplananların son 5-10 yılda sosyal medyanın etkisiyle dünya insanı olabilmesi, bilinçli bir toplum olma yolunda ivme kazanacaklarını umuyorum.(sosyal medyanın zararları ise ayrı bir konu, her fayda yan etkileriyle gelir)