Mekedonyalı İskender(M.Ö 356-323), Pers İmparatorluğu’nu yıkmak için sefere çıkar. Ordusu dinlenirken gün ortasında bir anda karanlık çöker. Güneş tutulmuştur. Ancak hiç kimse güneş tutulmasının ne olduğunu bilmez. Herkes şaşkınlık içindedir. “Bu ne alamettir” diye düşünmeye başlarlar. Mekedonyalı İskender’de ne olduğunu anlamaz ama bunu avantaja çevirmenin yolunu bulmaya çalışır. Çıkar askerlerine durumu açıklamaya çalışır: “Gün ortasında karanlığın çökmesinin nedenini biliyor musunuz?” der. Askerler şaşkın şaşkın Mekedonyalı İskender’i dinlerler. İskender devam eder “Tanrı bize zaferi müjdeledi” der. Böylece savaş öncesi askerlerinin motivasyonunu üst düzeye çıkarır. “Allah’da arkamızda ise kimse bizi tutamaz” şevki ile Pers İmparatorluğu’nu yerle bir ederler.
M.Ö 585 yılında Medler(Kürtler) ve Lidyalılar Kızılırmak nehrinin kenarında amansız bir savaşa girişirler. Savaşmaktan bir hal olurlar. Tam savaş ortasında güneş tutulur. Gün ortasında karanlık çöker. Allah’ın savaşmalarını istemediklerinin mesajı olarak anlarlar. Ve hemen oracıkta savaşı bırakıp barış anlaşması imzalarlar.
Mısır Medeniyetinde Firavunlar “Allah biziz” diyor kendilerine kutsallık atfediyorlardı. Mezopotamya Medeniyetinde Nemrutlar “Allah var, biz onun yeryüzündeki temsilcisiyiz” derlerdi. (Hz. İbrahim’i ateşe attıran Babil Nemrudu 1.Sargon veya Hammurabi olduğu, 1.Sargon olduğu din tarihçilerinin ortak kanaatidir.)(İhsan Eliaçık, Adalet devleti. Sf.46)) Yani Nemrut “Allah yok” dememiş. Allah ve dini toplumu daha kolay yönetmek ve sömürmek için araç olarak kullanmış. Hz. İbrahim’de Nemrud’a “hayır, sen Allah’ın temsilcisi değilsin” diye karşı çıkmıştı. Nemrutlar günümüzün münafıkları gibidir.
Yunanistan’da 1967’de Albaylar Darbesi ile başa geçen Cunta yönetimin yaptığı ilk iş kiliseyi gitmeyi zorunlu hale getirmek olmuş. Faşist Kenan Evren’în ağzından ayet-hadis eksik olmazdı. Faşistlerde kendini topluma kabul ettirmek için, işlerini daha kolay hale getirmek için münafıklığı huy edinmiş din-iman edebiyatına sıkı sıkıya sarılmışlardır.
1991 Genel Seçimlerinde lise öğrencisiydim. Merakımdan Doğru Yol Partisi’nin Urfa-Asfalt’daki mitingine gitmiştim. Süleyman Demirel’den önce miting otobüsüne çıkan bir Doğru Yol Partisi yetkilisi “Allah rızası için Doğru Yol, Peygamber rızası için Doğru Yol, Kur’an rızası için Doğru Yol…” diyordu. O da din-iman ile eksradan çok oy alacağını biliyordu.
1 Kasım 2015 seçimlerine giderken bir akşam vakti Eyyübiye Eyyüp Peygamber caddesinde ilerliyordum. İktidar partisinin seçim bürosu açılışı yapıyordu. Konuşan yetkili “Eyyüp Peygamber makamına yakınız, bu ne büyük mutluluk” diye girizgah yapıyor, çok dindar olduğunu topluma kabul ettirmek istiyordu. Çünkü dindar isen oy almak kolay. Hizmet ile değilde halkın temiz din duygularını sömürerek oy almak daha kolay.
Yani Sevgili Urfalılar; kralların, padişahların, Firavunların, sultanların, Nemrutların, günümüzde yönetenlerin binlerce yıldır –çoğunluğu dinsiz oldukları halde- var olan dini özünden saptırıp topluma enjekte ederek iktidarlarını sağlama almışlar, toplumu yoksulluğa mahkum edip –bu sizin kaderinizdir- kendileri de zevk ve sefa içinde yaşamışlardır.
Oysa sorun bizde. Biz seçtiğimiz yöneticide kriter belirlerken hata yapıyoruz. Kişinin namaz kılıp kılmaması yönetici seçmemiz için kıstas olamaz. Yönetici olması için, vekilimiz olması için adaletli, dürüst, hakyemez, hakperest, vicdan sahibi olması kriterlerini önemsemiyoruz. Namazı Allah’a olan inancından değil de, halkın duygularını sömürmek için, kendi şahsi dünyevi ikbali için kıldığını nerden bilebiliriz?
Kriterlerimizi yanlış koyduğumuz içindir ki bu ülkede yolsuzluk, adaletsizlik, haksızlık, yoksulluk diz boyu. Onun için bu ülkede milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşıyor.
Seçme kriterlerimizi doğru koymuş olsaydık “her başa gelen halkı unutuyor, kendine çalışıyor” demek zorunda kalmazdık.
Geçmiş dönemlerde Urfa’da oy verdiğiniz ve belediye başkanlığı yapmış kişileri şimdi eleştiriyorsunuz. Neden? Çünkü seçerken onun şehir ve çevre hakkındaki fikirlerini önemsemediniz, onun dürüst olup olmadığını dikkate almadınız. Namaz kılıyor diye oy verdiniz. Sonuç: On yıllar kaybettiniz. Elbette sıkıntıların ana kaynağı sistemdir. Ama sistemi iyiye, doğruya, güzele, hizmete, adalete ve eşitliğe evriltecek ve zorlayacak sizin tercihlerinizdir.
Aslında bu ülkede komünist belediye başkanının halkın parası ile makam araçlarını kullanmadığını; dindar geçinen bazılarının ise trilyonluk makam araçlarıyla Cuma namazlarında boy verdiğini gördünüz!
Kemal Sunal’ın “Zübük“ ve Metin Akpınar’ın “Abuzer Kadayıf“ filmleri bu hastalıklı siyaset yapısını toplumun bilincine çok basit ve yalın bir dille sunarlar fakat maalesef biz toplum olarak sadece bu filmlere güldük, düşündürten yanı ağır geldi bize! Düşünemedik, ders çıkaramadık; Siyasetçi ikide bir din-iman-Allah kelimelerini yan yana getiriyorsa, bilin ki dini araç edinmiş sizi uyutacak ve sömürecek.