Türkiye’de bir parti daha kuruldu. Son 10 günde artık sayısını hesaplayamadığımız birkaç parti kuruldu. Yargıtay’ın 11 Şubat 2019 tarihli verilerine göre 77 siyasi parti vardı. Son bir yılda kurulanlarla birlikte 80-90 arası siyasi partimiz var.
Neden bu ülkede bu kadar etkisiz-cılız siyasi parti var ve her gün yenileri kuruluyor?
Bunun sebebi Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanununun antidemokratik yapısıdır. Siyasi Partiler Kanunu parti liderini adeta parti içi diktatör yetkileriyle donatmış. Parti lideri ve parti merkezi, parti programının aksine kendi programını tüm partiye dayatıyor. Ve buna herkesi zorluyor. Siyasi partilerin yapısı yukardan aşağıya doğru emir komuta zincirinin oluştuğu askeri hiyerarşilere benziyorlar.
Eğer Siyasi Partiler Kanunu demokratik olsaydı AKP’nin içinden Deva Partisi ve Gelecek Partisi çıkar mıydı? Elbette hayır. Bu partileri kuranlar parti içi demokrasinin verdiği demokratik kültürle orada mücadelelerini yapar, gerekirse kurultaylarda aday olur, parti yönetiminde etkin olur, böylece Türkiye siyasetinde fikirlerini hayata geçirmeye çalışırlardı. Veya her halükarda demokratik bir ortamda siyasi bir etkinliklerinin olmadığını anlarlardı.
19 yıllık AKP’nin hiçbir kurultayında 1 kişi dışında ikinci bir aday çıkmamış-çıkamamış. Partiyi kuranların çoğu partiden saf dışı edilmiş.
CHP’de ilçe yönetimleri, il yönetimleri ve delegeler daha demokratik teammüllerle seçilmiş olsaydı Muharrem İnce “Memleket Hareketi”ni kurar mıydı? Delegelerin demokratik usullerle seçildiği partisinin kurultayında Genel Başkan adayı olur, seçilirse seçilir, seçilmezse ölçüsünü alıp kenara çekilirdi.(Mevcut hali hazırda Türkiye’de Kılıçdaroğlu’nun lideri olduğu CHP’nin kısmen parti içi demokrasiyi uygulayan, seçim öncesi adaylar için önseçim yapan tek parti olduğu hakkını teslim edelim)
MHP’de parti içi demokrasi olsaydı parti içinden İYİ Parti çıkar mıydı? Elbette çıkmazdı. Devlet Bahçeli nerde ise 23 yıldır Genel Başkan. Artık yürümekte bile zorluk çekiyor!
HDP tüzüğünün gereği olan yerellik ve yerindenliği tam olarak uygulayabilseydi en son seçimlerdeki gibi 7 Kürt partisi ile ittifak yapmak zorunda kalır mıydı? Elbette olmazdı. Muhtemelen ittifak ettiği 7 parti HDP’nin içinde siyaset yapıyor olacaklardı.
Siyasi Partiler Kanunu’nun yanında Seçim Kanunu’nun demokratik olmayan, halkın direkt iradesini öncelemeyen yapısı, seçilen milletvekillerinin niteliğinin dibe vurmasına ve toplumsal sorunların Meclis’in gündemine girmesine engel.
Seçim Kanunu siyasi partilerin aday belirlemede önseçim yapma zorunluluğu getirmiyor. Aynı zamanda seçmen pusulasında tercihli oy sistemi yok. Parti liderinin ve parti merkezinin düzenledikleri listeye göre milletvekilleri seçiliyorlar. Bu hak seçmene verilmemiş. Oysa hem aday belirlenirken önseçimin yapılmıyor oluşu hem de seçimde vatandaşa milletvekili tercih hakkı sunulmaması seçilecek milletvekilinde halkın tali planda tutmasına ve halkın sorunlarına ilgisiz olmasına vesile oluyor.
Hepiniz görüyorsunuz her seçim öncesi, seçime 3-5 ay kala, milletvekili olmak isteyenler Parti Genel Merkezlerinde adeta kamp kurarlar. Parti merkezine ve liderine yağcılık ve yaranmacılık zirve yapar. Burada halk yoktur. Oysa Parti içi demokrasi ile birlikte aday belirlemede önseçim ve seçmen pusulasında tercihli sistem ile milletvekili olmak isteyen, halka hizmet etmek isteyen seçim öncesi halk içinde çalışacaktır, halka yaranmaya çalışacak, halkın sorunlarına müdahil olacak, sahiplenecektir. Çünkü belirleyici unsur halk olacaktır. Böylece halkın sorunları halkın içinde kalmayacak, Meclis’e taşınacak ve muhtemel çözümlere kavuşacaktır. Aynı zamanda ciddi bir denetim mekanizması oluşacak, yürütmenin başında olanlar daha ciddi uyarılacaklardır.
Mevcut sistemde halka değil de, kim Siyasi Partilerin genel merkezlerine daha çok yaranmaya çalışıyorsa maalesef o milletvekili olabilmektedir.
Gelişmiş demokrasilerde durum hiç ülkemizde ki gibi değildir. ABD’de Başkan Trump Senatodan tir tir korkmaktadır. Trump Cumhuriyetçi partiden seçildi ama Cumhuriyetçi Partinin başkanı değildir. Cumhuriyetçi Parti senatörleri onun onayıyla seçilmez. Senatörler halkın tercihleriyle seçilirler. Ondandır ki Cumhuriyetçi bir senatör çok rahat bir şekilde Cumhuriyetçi ABD Başkanı’nın isteği dışında Senatoda oy kullanabilmekte kendi partisinin başta olduğu hükümeti eleştirebilmektedir.
İngiltere’nin bir önceki Başbakanı Muhafazakar Partili Teresa May kendi sunduğu tasarıyı kendi partisinin milletvekilleri destek vermeyince tasarısını parlamentodan geçiremedi. Ve Başbakanlıktan istifa etmek zorunda kaldı.
Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’nun demokratik olması Parlamentoları güçlü yapar ve hükümetlerin daha iyi çalışması için daha iyi denetim görevi ortaya koyar. Oysa ülkemizde Meclis, bırakın yasama ve denetim görevini, maalesef hükümeti onaylama mekanizmasına dönüşmüştür. Halkın iradesini önemsemeyen bu antidemokratik yasalar yüzünden milletvekilliği sıfatını hak etmeyen o kadar çok kişi var ki! Şu an Meclis’te maalesef 600 vekilden sadece ve sadece ancak 30 civarı milletvekili vicdanıyla halka karşı sorumluluğu ile görev yapmaktadır.
Dolayısıyla ülkemizde “Başkanlık Sistemi”, “Parlamenter Sistemi” tartışmaları kadar vahim olan bir konu Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’nun demokratikleştirmesidir.
Bu konu etrafında birkaç kelam da Urfa üzerine edelim. Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunun demokratik olduğunda bu kadar niteliksiz, halkı umursamayan Urfa milletvekili olmayacaktı. Ondandır ki bu antidemokratik Siyasi Partiler Kanunu Seçim Kanunu ile seçilen milletvekili “bun Urfa halkını ne yapayım, zaten beni vekil yapan Genel Merkez.” Urfa milletvekillerinin bu kadar vasıfsız, niteliksiz, halkın sorunlarıyla dertlenmemesinin temeli buradadır.